Kraliçeliyet’ten ve küçük bir Rus kasabasından cesur bir sanatçı olan Gena’nın hikayesi, toplumsal kısıtlamalar karşısında direniş ve kendini ifade etmenin canlı bir portresini birlikte çiziyor. Brooklyn’de geçen ve trans kadınların aidiyet, dayanışma ve kimlik kutlaması etrafında bir krallık kurduğu canlı bir dünyaya davet ederken, Gena’nın hikayesi Moskova sokaklarında şekilleniyor; burada Gena’nın kıyafetleri ve cesur performansları sanatı aktivizme dönüştürüyor ve baskıya meydan okumak için her şeyi riske atıyor. Bu iki anlatı, marjinalize edilen bireylerin özgürlük ve direniş alanlarını nasıl yarattığını keşfediyor. İster taç giymiş bir toplulukta ister korkusuz sokak protestosunda olsun; gerçek krallığın cesarette, yaratıcılıkta ve görünürlük için verilen mücadelede yattığını hatırlatıyor.